4 Aralık 2011 Pazar

Yeni Bir Güne başlamak, Ya da başlayamamak..


Bir güne nasıl başlanır nedir bunun kıstası ? Uyuduğunda bitirdiğin günü, uyanarak başladığın yeni bir günle degişirsin. Hep bir dönüşüm durumu. Bazen aynı, bazende hep ayrı. Ben hala uyumadığıma göre hala dünden mi devam ediyorum hayata. Bazen kendime çok şaşırıyorum bıraksanız bütün gün yataktan çıkmayarak, uyumasa da inadına yorgana sıkı sıkı sarılıp saatlerce öyle kalabilen bir varlığa dönüşüyorum. Düşüyorum düşünüyorum sanki bütün haftanın tek tek karalamasını yapar gibi, ruhumda  bedenimden çıkmış izliyormuş gibi kendime tekrardan özet geçiyorum. Bu arada araya bişeyler giricek olursa, hep sil baştan alıyorum. Ne mi düşünüyorum her insan gibi hayal kuruyorum. Balık burcu olduğum kabak gibi buradan da belli oluyor. Güzel şeyleri düşünüyorum. Her karesinin üstünden bir daha geçiyorum sonra kendimi tebessüm ederken buluyorum. Yine yeniden yaşıyormuş gibi.  Sonra kıvranıyorum, büyük değişiklik yaparak battaniyemide alıp  tv. karşısındaki  koltukta geçiyor burda uzanmaya devam ediyorum.

Düşlerinizi kovmayın, çünkü onlar gidince belki siz kalırsınız ama artık yaşamıyorsunuz demektir. ( Mark Twain )


Böyle kendimle kalmayı seviyorum. Bazen insanlardan sıkılıyorum. Sevdiğim dostlar olsada, gitselerde biraz kendi kendimle kalsam diyorum. Heralde bazı dönemlerde, insan kendi kabuğuna çekilip. yanlız kalmak istiyor. Ne istiyorum. Geleceğe dair düşlediğim ne. Olmak istedigim yerdemiyim.Neyin beni mutlu edeceğini bir türlü bulamıyorum. Nerde olmam gerekli onuda bilmiyorum. Küçükken hayalini kurduğum çoğu şeyin gerçekleşmedigini farkediyorum. Bazen yaşımın geçtigini düşünüyorum. Yapamam artık diyorum geçti. Yaşlanıyorum triplerine giriyorum. Hayatımda çoğu şeyi oturtamamışım gibi geliyor. Etrafımdakilerle kıyaslıyorum bazılarıyla karşılaştırınca şükür iyiyim diyorum, bazılarıyla kıyaslıyınca kıskançlık damarım ağır basıyor. Olmak istedigim yeri bulamıyorum. Sonra  İyi şeyler düşünmeye çalışıyorum. İyi bir işte çalışıyorum kendi ayaklarımın üstünde duruyorum. İyi bir aileye sahibim. E fena da bir tip degilim. Bazen insan kendi kendine yetmedigi zamanlar varya, o süreçlerdeyim galiba. Hersey aynı gitsin, düzenim bozulmasın diyenlerden degilim. Hep iyi bişiler olsun olsun isterim insanoğlu işte...Yinede bugünlerimize şükürler olsun..Allah gördüğümüzden geride bırakmasın hepimizi..


İnsanlar dağların zirvelerini, denizin dalgalarını, büyük nehirleri ve zengin okyanusu temaşa ederler; fakat en büyük mucize olan kendilerini görmeden geçip giderler.” ( Saint AUGUSTİN)










23 Kasım 2011 Çarşamba

YERYÜZÜNDEKİ İKİNCİ MELEĞİM...



Bir anne ve babanın ikinci çocuğuna verebileceği en güzel hediyedir abla.  27 kasım sabahı bu aileyi tam bir aile yapandır kendisi. İlk çocuktur ilk heyecandır ilk deneyimdir. Bütün acemilikler onda test edilmiştir. Bir nevi kobaydır. Fadakarlık kısmıda daha bu tevellüte dayanandır. Kendi üstünden edilen deneyimlerler sonrası, diğer çocuklara  hayatı kolaylaştırandır. Kasım ayını ''kutlu doğum ayı'' ilan ediyorum resmen. Sevdiklerim, canım cigerlerim doğmuşlar daha ne olsun. Annem, gençmiş körpeymiş ailesinden ayrılıp uzak diyarlardan, göçmüş gelmiş istanbula. Bilmedigi bir yer, bilmediği insanlar. Çok zorluk çekmiş anlatır konusulunca hep laf arasında. İlk hamilelik ilk heyecan. O zamanlarda cinsiyet ögrenme gibi bir şanslarıda yok. Beklemişler bebeklerini sabırsızca. Sonra vakti gelmiş bebek vermiş sinyali anaya. Sancılar başlamış düşmüşler hastane yollarına. Baba işteymiş gittiginde hastaneye heyecanla, kızın oldu demişler. Anne onsekiz yaşındayken, kendi daha çocukken birde bebek getirmiş bu dünyaya. Kızları beklenenin dısında daha uzun saçlı gelmiş dünyaya, siyah gözlü, kırmızı dudaklı bakmaya dokunmaya kıyamadığın bir melekmiş adeta. Eve götürmüşler. Babası işten kaçıp kaçıp kızını görmeye gelirmiş. İşe gitmek bile zor gelmiş adeta. Bir komşuları varmış onunda çocuğu olmuyormuş pek severmiş bu melegi öyle anne birde bu abla elinde büyümeye başlamış. Altı aylıkken annesi bir daha hamile kalmış. Üzülmüş doyamamış kızına çok küçük demiş yazık kızıma ama el mecbur sütü kesmek zorunda kalmış.

 Sonra bir tane daha kızı olmuş. Doğuma az kala kız kardeşini çağırmış yanına. Sonra doğumdan sonra gelince eve, küçük kızının kendisine degil kızkardeşine anne dedigini görmüş üzülmüş. Sonrada baba kız arasında farklı bir bağ oluşmuş en az bir anne kadar. Hep ondan istemiş sütünü digerki isteklerinide. Daha kendisi bir yaşındayken ablalık yapmış kardeşine. Ondan hep paylaşımcı hep iyiymiş. Sonra birbirlerine hem kardeş en çokda arkadas olmuşlar. Hiç kimseye ihtiyaç duymamışlar. Kardeşi hep onu arkadaş gibi gördügünden, birde yaş farkının az olmasından ötürü abla degilde, hep adıyla hitap etmiş. Abla çok güzelmiş kardeşte bir kıskançlık başlamış. Herkes onu seviyor kucağına alıyormuş. Küçükte dikkat çekmek uğruna şaklabanlıklara kalkışırmış, bunu yaparkende hep bir tarafını incitirmiş. Çok güzelmiş abla kıskanılacak kadar hemde. Abla hiç kıskanç degilmiş tam tersi hep paylaşımcı o yaşına inat hep özveriliymiş. Birgün anneyle köydeyken kardeşi biraz düşüyor ve ağlıyor. Çok üzülüyor abla sarılıyor kardeşine başlıyor ağlamaya'' burda baba yok simit yok hep pok var ( hayvan pisliklerinden bahsediyor)'' Sonrası  oyun arkadaşı, sonrasında okul maceraları başlamış. Abla okula gidince kardeş yanlız kalmış. Hafta sonları bazen abla babayla, küçük kardeş de anneyle takılırlarmış. Eve gelince ne yaptıklarını anlatırlarmış. Abla babam beni pastaneye götürdü hem pastada aldı derken, kardeş bende annemle pazara gittim annemde yüzük aldı derlermiş. Sonra aralarına bir kardeş daha katılmış. Gel zaman git zaman herkes büyümüş abla işe başlamış. Kendinenden çok kardeşlerine harcamış parasını, kıymetini hep bilmişler kardeşleride. Sonra ablada aşık olmuş. Kızıda anne gibi uzak diyarlara gelin gitmiş. Üzülmüşler ama onun mutlu olduğunu görmek bilmek onlara yetmiş. O bizim kıymetlimiz, ilk gözagrımızdır. Üç yıldır ayrı kutladığımız günler dışında hep telefonlarda hep internette hep yanımızda. Sıkıldıysak ilk aradığım dertleştigim keza aynı durum onda olsa, onunda aradığı ilk kişi benimdir. O benim can dostum biricik ablam. Bugün doğum günü. Bedenen olmasa da ruhen hep onun yanınızdayız oda bizim yanımızda.  Dediler ki; Gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Dedim ki: Gönüle giren gözden ırak olsa ne olur.. [Mevlana/Rumi]. Bizimde aynen böyle..İyiki doğdun. iyiki varsın canım. Hayata dair bütün dileklerinden  isteklerinden daha fazlası gerçekleşsin sen hep mutlu olsun hep iyi ol hep bizimle ol...Mutlu yıllar kıymetlimiz Mutlu yıllar özlemimiz. Çok seviyoruz seni çokkkkk...


20 Kasım 2011 Pazar

DÜNYADA KARDEŞ ÇOK, AMA BENİMKİSİ GİBİ YOK...

Hayatta sahip olunabilecek en guzel şeydir kardeş. Tek çocuk olanlara her zaman üzülmüşümdür. Zira ilerde çocuğum olursa, sırf bu yüzden tek bırakmıyacağımdır. Zaman zaman kavga ettiginiz küstüğünüz, o an bile bişi olsa yanına koşarak gittiginizidir kardeş. Sene 24 kasım 1988 güneşin bile yeni yeni kendini göstermeye başladığı sabah saatlerinde, annemin sancılarıyla babamında heyecanlı halleriyle evden apar topar çıktıkları sahne... O anın  her karesi şimdiki gibi hala aklımda. Korktum ağladım anneme bişi oldu sandım. Sordum kuzenime üzülme kardeşin olucak dedi. Sonra babam geldi ablamla beni okula götürdü teskin etmeye çalıştı bizi. Anneniz iyi öpüyor sizleri,  hem gelecek bir kaç güne kalmadan. Ama babamın dediklerine karşın hala teneffüslerde, derslerde ağlayan bir ben. Ögretmenimiz, ne oldu diye sorarken ''annem hastaneye gitti. kardeşim olucakmış'' dedim. Ve dememe kalmadan o an yine düğümlendi boğazım...Ne güzel işte sevin ağlama. Ne kadar dogru söylediğini şimdi daha iyi anlıyorum. Dünyanın en güzel şeyiydi o. Yaklaşık İki üç gün sonra annem ve babamın elinde kundağa sarılı bir bebekle geldiler. Koştum kapıya annemi görünce gözlerim ışıldadı. Babama bakınca donakaldım. O neydi öyle.. babam '' Kızım istemiyorsan götürelim başkasına verelim'' dedi. Sonra gidiyor gibi ayak yaptı. Çaktırmayın ben o zaman yemiştim bunu. Yoo baba götürme yazık bakıyım bir dedim. Ablalık duygularım o an başladı. Baktım çok karaydı hatta kırmızı gibiydi. Doğum sırasında kordon dolanması olmuş. Boynuna dolanan kordona inat gelmiş dünyaya benim biricik kardeşim. Gerisi sevgi ve kıskançlık dolu hala anlatılan, gülünen hikayeler. Şimdi yanımda olsa off yine benimi  anlatıyorsun abla derdi.

Gözüm hep onun beşiğindeymiş kim bakacak sevecek diye. Ama ağladıgında yada mırıldandığında da buna tezat ilk koşan susturmaya çalışanda ben gerisini siz düşünün. Ablam zavallı artık alışmış bu duruma, ilk ben çıkmışım ona ortak, sonra birde bizim ufaklık. O kaderine mahkum hayatına devam ederken, ben hala direniyorum, ortalıklarda fırtınalar estiriyorum. Bir ara ablam, oyuncak bebek sanıp ufaklığı anneye masumca sorar.  '' Anne oynayabilirmiyim bununla'' demiş. Tabi ama şimdi değil, oda büyüsün beraber oyun arkadaşı olursun diyerek, gönlünüde kırmadan kapatmış olayı anında. Birde neydi o gelenlerin pis piss sırıtıp ''papucun dama atıldı geyikleri''  Bende sinirler tavan aa öyle olurmu derdi annemle babam biz kızlarımızı çok seviyoruz, hem bu çok pis derlerdi.  Sonra yavaş yavaş morarmaları gitmeye başladı içinden sevimli yeşil gözlü bir oğlan çocuğu çıktı. Bu arada unutuyordum yazmayı bizim minik kardeş morduya kordon dolanmasından dolayı. Ben hep ondan korkardım. O dönemde meşhur boksör vardı muhammet ali kıley diye, kendisi baya esmerceydi bende onla özdeştirdim çocuk aklıyla minik kardeşi. Babama bu da bizi dövermi diye sorardım. Çocukluk işte.. Sonra bizim kardeş büyüdü arkamızdan ağlamaya başladı. El mecbur kıyamıyorsunda hadi götür. Götürmekle kalsan yine iyi oyunun ortasına dalar sen oynayamassın kızamassında ah ahhhh. Sonra okul çağına girer oldu, okulda dayak yermi kabusları felan filan.. biz onu böyle ablam annem ben gözümüzden de sakınır olduk. İçimizde varya  bu annelik güdüleri işte ..yazık çocuğa üç kişiyle baş etmeye çalşıyor. Bizde küçüktük ama her doğum gününde paramızı biriktirir ona hediyeler alırdık. Ona bişey yaptığımızda da çok mutlu olurduk. O  bizim minik yeşil gözlü oğlumuzdu adeta. İçide dışıda herkezi kıskandıracak kadar yakışıklıdır güzeldir. Görenler artis gibisindir der peşinden de; ama sen hiç sizinkilere benzemiyorsun demeyi ihmal etmezlerdi.  Annem hamileyken görmüş rüyasında o bizim rüyalarda gördügümüz ermiş dedelerden. Oğlun olucak böyle renkli gözlü. Annem ilk görünce bir şaşırmış ben bunu rüyamda gördüm diye...O güzelliklere dair herseye sahip olsun etrafı öyle şeylerle çevrili olsun hep iyi şeylerle karşılaşsın. Hrseyin en iyisi güzeli onun olsun.Bizim biricik kardeşimizin dört gün sonra doğum günü.  23 yaşına basıcak, bizden uzakta asker ocağında bilmediğimiz diyarlarda. Allah onun yardımcı olsun.Tez zamanda yanımızda olsun. Ayrı geçirdiğimiz son doğum günü olsun... İyiki doğdun bebeğim. İyiki kardeşim oldun . Seni çok seviyorum..Seni çoook seviyoruz..

15 Kasım 2011 Salı

Bazen diyorum ki; ne olacak söyle gitsin.. Sonra diyorum; söyleyince ne olacak, sus bitsin.

    En güzel olandır. Ne tartışmalar, ne ayrılıklar, ne acılar, ne de aldatmalar vardır onun içinde. Masumdur çok masumdur. Yıllar geçse de insanın aklında hep var olandır. Kalbinizin ilk heyecanıdır. O aşk siz büyüdüğünüz zaman, hele ki onla karşılaştığınız zaman, aklınıza gelenlerle sizi tebessüm ettirendir. Çünkü o sizin ''ÇOÇUKLUK AŞKINIZDIR.''

O hiç bir zaman açılamadığınız, açılmaya cesaret edemediğiniz. Size geldiğinde kalbinizin hızla attığı, karşıdan da duyuluyor mudur diye korktuğunuzdur. Utançtan bütün vücudunuza sıcaklık bastıran. Yüzünüzün al al edendir. Konusamadığınız kaçtığınız,, bakışamadığınızdır. O hiç yokmuş gibi davrandığınız. en safiyane aşk türüdür. Nedense kimse anlamasın diye de hep şımarık ve hep soğuk konuştuğunuzdur. Halbuki bütün dünyan o an o iken.....

''Gel zaman git zaman her şeyi sildin zaman, dur artık geçme böyle bak bitiyor aşklarım....''

İkimiz büyüdük kocaman insanlar olduk. Başka sevdalara başka hayat koşuşturmacalarına düşmüştük. Acı çektik üzüldük dertleştik. Yanlış sevdalar peşinden koşuşturduk. Kırdık kırıldık.. Öyle bir anda denk geldik ki.  Dertleştik o anlattı ben dinledim, ben anlattım o dinledi. Teskin ettim üzgündü. Ben onun üzülmesine üzüldüm. Onun başkasını sevmesi yüregimi dağladı. Onun dilinden başkasını duymak üzüntü verdi acıttı. Sonra onu üzene kızdım. O bizim kıymetlimizken birinin onu üzmesine dayanamadım. Sonra ben anlattım o üzüldü. Seni üzen birisi he diyip sinirlendi. Sonra o mahsunlaştı, benimde anlatmamdan rahatsız oldu. Üzüldü.. Sonradan bir bağ oluştu bu sohbet sonrasında, bir daha konusu açılmayan korkutan ve çekip gittiren. sözle olmasada hissettik, Biz hiç konuşmadık ama hep bildik hep hissettik. Çocukluğumuzla birlikte bırakıp gittik birbirimizi..


'' Aramızdaki savaş nasıl anlatılır şimdi. Onun yüreği filistin'di ben oraya yerleşmeye çalışan batılı çocuk. Sesinde ne var, biliyor musun? Söyleyemediğin sözcükler var. ''

Yıllar sonra tekrar gördüm onu. Baktım uzunca.. sonrasında anladım ki; aslında o benim içimde büyüttüğüm, görmek istediğim şekilde hissettigim, çocukluk duygularından öte bişi degilmiş. Anladım ki; ''Yaşanmayan değil yaşanan daha kıymetliymiş, emek verilen, paylaşılan, hissedebildiğin en güzeliymiş.'' Gerisi masum çocuksu duygularla içinde yaşadıgın, yıllar sonra bile tebessümle anlatabildigin o eski çocuksu günleriymiş..

                         Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu; sevgi emekti..

9 Kasım 2011 Çarşamba

BAZEN DİL, BAZEN DE YAŞANILANLAR YÜREĞİ ACITIR.

Gündemin bu kadar hızlı degiştiği ülkemde, sabahları uyanmak bazen çok zor oluyor. Daha yirmidört saat geçmeden, gündemde bomba etkisi yaratan, herkesin dilinde, televizyonların gün boyu ekranlarına  taşıdığı haberler, daha gün bitmeden eski birer haber olup, tozlu sayfalarıda ki yerlerini alıyor. Bir bakmışız gündem başka mevzu başka. İşin ilginç yanı biz bu tempoya fena alışmışız. Diğer ki ülkelere bakınca, biz de bir hafta da yaşanılan olaylar, onlarda yıl da bir kez anca yaşanılıyor. Tabi burada onlarda yaşasın demiyorum.


Kimse yaşamasın, bizde yaşamayalım. Kısacası gündemide hızlı yaşayıp, hızla tüketiyoruz. Daha kaç gün oldu şehit haberleriyle sarsıldık. Gencecik bedenlerin acıları, yüreklerimizi dağladı. O kadar yaşanmamışlıklar varken çekip gitmek hem çok acı, hemde çok erkendi. Hemen peşi sıra van depremi. Bir sürü can veda etti göçdü başka diyarlara. Bazen dil acıttı, bazen betonlar ama yinede insanlık kazandı. Tek yürek van olduk, bütün kötü niyetleri arkada bırakarak. Herkes elden geldiğince bir İşin  ucundan tuttarak destek verdi. En azından toplum olarak hala birligimizi kaybetmedigimizi, kötü bir şey vesile olsa da gördük gösterdik. O bitti N.Ç olayının ardından yargının verdigi kararda en az yaşanılan olay kadar acıydı. O  karar, o bedene de bu milletede fazla geldi. En az bir deprem kadar sarstı yıktı geçti bizleri. Umarım güne de yarınlara da daha güzel haberlerle uyanırız başlarız.

16 Ekim 2011 Pazar

AŞIKSAN BEKLEMEKTE GÜZELDİR..

İlk buluşma, ilk bakış, ilk öpüş, ilk ayrılık ve barışma.. Ne çok şey sığdırdık bu aşk' a. Ne badireler atlattık. Sonuç mu  '' insan emek harcadığı şeyleri sever ve sevdiği şeyler için emek harcar."  Zamanla daha bir oturuyor sanki. Daha keyifli daha yaşanılası geliyor. Ben' likten çıkıp biz oluyorsun. İlk başta ki acemilikleri yanlış anlaşılmaları atlatıp, tanıdığın için daha akıllıca yaklaşıyorsun. İnsanoğlu güzel olan her şeyi ister, her şeyi bekler..Kaynağı  aşk olandan da çok şey bekler. Aşk zaman ve emek ister, aşk tolerans bekler, aşk saygı bekler, aşk sorumluluk, aşk güven bekler. Aşıksan beklemekde güzeldir.


 O artık bizim muhite yakın  bir yerde çalışıyor. Ve bunu ilk duyduğumdan beri havalardaydım resmen. Daha çok görebilme ihtimalini düşünmek, göremesem de yakın olduğunu bilmek ve bunu hissetmekte güzel. Kahvaltı edeceğiz nereye gitsek diye düşünürken sahile gidelim yürüyelim dedim. Muhakkak sahil kenarında kahvaltı mekanları bulunur diye düşündüm. Bu düşüncede kaldı malesef o güzelim sahilde dogru düzgün bir yer olmaz mı kahvaltı yapacak. Yok abi nerde. Bizim ki sinirli haklı olarak. Uyumadan, uykusuz uykusuz gel üstüne birde açıkmış ol  ve  yer bulamama. Sinirler direk tavan yaptı haklı olarak dile vurdu söyleniyor bozuldum. Yüzümün rengi gitti belli etmemeye çalışıyorum. Ama istesem de istemesemde yansıyordur bir şekilde . Girdigimiz ara sokaktaki bir çorbacıya direk giriş yaptı.  Aha tamam dedim edemicez kahvaltı felan yalan oldu. Olay yemek de degil yanlış anlaşılma olmasın. İlk kez beraber kahvaltı edecektik. Söyledi işkembesini adam aç sonuçta. Beni de düşünüyor hani, sende iç felan ısrarla söylüyor. Yok felan bende ki tablo. Tamam buradan sonra da çay içemeye gideriz diyor.  beni düşünmekten de vazgeçmiyor. Ben gerek yok modunda . Oradan çıkıp onu otobüse bindiriyorum kendimde minibüse binip eve gidiyorum. Sabah heyecanla çıktığım evden sinir olarak eve dönüyorum. Ama sonra düşünüyorumda bazen çok çocuksu davranabiliyoruz. Adam haklı beyler. Uykusuz gel birde üstüne bende dolandırıp gezdireyim birde trip ye. Sonra kıyamıyor sevdicegine bir sonra ki gün yine  çağrıyor kahvaltı için. Ben bu adamı seviyorum yav. 

9 Ekim 2011 Pazar

KADIN OLMAK ZOR ZANAAT..

Kadın olmak ne zordur. Bedenine, evine hatta ülkene bile yabancılaşır kendini oraya ait hissedemeyebilirsin . Zaten doğuş itibariyle 1-0 geriden başlarsın şu dünyaya. Bir bebek doğdugunda bile, kızsa cinsiyeti sağlık olsun yav demezmiyiz. Kiminin kızı kiminin ablası kiminin eşi oluruz.


Herşey bir anda üstüne gelse bile, daralırsın da yine de belli etmessin.O kadar meşgulsündür ki etrafındakileri düşünmekle onları mutlu etmekle, kendinin farkına bile  varamassın çoğu zaman. Bekledigin ise  buna karşın sıcak bir tebessüm birde belli edilesi bir sevgidir. İlk önce kendini ispatlamakla geçer ömür aileden başlayıp sonra sevdigine sonra çevrene. Hormonların bile seni rahat bırakmaz her ay her ay yaşatığı sıkıntıyı siniri yaşamayan bilemez. Yok ergenlikti yok doğum sonrası psikolojiydi, birde işin içine çocuğuna karsı duyduğun psikopatça koruma ve sevme iç güdüsü. Bu çocukla kalmaz kardeşinede sevdiklerine karşıda hissedersin bu durumu. Bitti sanmayın en son aşama menepoz bu hormonlar bizi mafediyor kısacası ömrümüz boyunca peşimizi bırakmıyor. Keşke keşke diyorum bizde erkekler gibi bakabilsek ince ayrıntılara dalmasak, az biraz daha duygusuz olsak ne olurdu sanki. Ya da eş değer yaratılsaydıkta aynı yönden bakabilsekdik daha kolay olmazmıydı. Onlar bizim tefarruatlarımızla, bizde onların yüzeyselligiyle uğraşmaz olurduk. Daha geçinilesi bir hayat yaşardık kısacası.

6 Ekim 2011 Perşembe

ONLAR SADECE KENDİLERİNE DEGİL, GELECEGİMİZ İÇİNDE ÇALIŞIYORLAR..

Onlar dilencilik yapmıyor, hazıra konmuyorlar. Akşama kadar yağmurdu kardı, güneşti demeden kocaman arabalarını sırtına dayayarak sokak sokak geziyorlar. Hangi iş kolay ki demeyin. Kolay iş yok ama siz işinizi yaparken bu kadar dışlayıcı bakışlarla, birde üstüne üslük mikrobik bir ortamda başınıza hangi hastalığın gelecegini bile bilmeden böyle  bir işte çalışmak istermisiniz.? 

Bizim hiç düşünmeden çöpe attığımız kağıt parçalarını ya da degişik atıkları toplayarak, geri dönüşümünü sağlayıp üstünede para alır bu insanlar. Sadece kendilerine degil gelecegimize de çalşırlar. Görürümde annesiyle çıkıp ona yardım eden küçük çocukları içim gider. Yaşıtları oyun oynarken onlar anneleriyle babalarıyla işe gider. Küçük elleriyle oyuncaklarıyla
oynıyacakları zamanda çöpleri karıştırırlar ailesine destek çıkarlar. Hayat bu kadar adaletsiz işte.  Genelde bu işi yapanların büyük kısmı göç yoluyla gelip büyük şehirlerde  tutunmaya çalışanlardır. Geçenlerde  haberlerde mesleki birliklerini kurmak için adım attıklarını izledim. Umarım bir faydası dokunur sözde kalmaz bazı şeyler. Onlarda daha farklı sistemde daha güvenli çalışabilirler. Bakıyorumda Avrupa ülkerinde geri dönüşüme ne kadar önem veriyorlar. Her kapıda kağıt, plastik birde normal çöplerinizi atabileceginiz üç çöp kutusu koyulurken.  Bizde o ayrım sadece merkezi yerlerde bir kaç taneyle sınırlı kalıyor. Sınırlı kaynaklarımızı hiç bitmeyecek gibi sınırsız harcama durumumuz nereye kadar sürecek acaba. Ayrıca geri dönüşebilir atıklarımızı diğer atıklara bulaştırmadan konteynerların yanına bıraksak, hem toplayana kolaylık olsa hemde gelecege ufaktan yatırım yapsak, işin ucundan azda olsa tutsak. Hep hayalimdir bu onurlu insanların hayatını belgesel yapıp aktarmak. Hayat bu süprizlerle dolu belli mi olur belkide olur. Bende bu sayede yakından tanıma sohbet etme fırsatını yakalarım.

25 Eylül 2011 Pazar

Dönmeyen Dilimle Sana AŞK Dedim...

Eşitsizlik, her yerde olduğu gibi ikili ilşkilerde de görülen bir durumdur. Hep bir kişi diğerine göre daha çok sever ve öbür kişi, bu sevgi karşısında daha umursamaz olur. Çok seven taraf için kötü bir durumdur. üzülmeye mahkumdur. Sürekli suistimal edilir. Zaten aşkda bu yüzden acıdır.

 Bir hint atasözü "aşkta kalplerden biri daha soğuktur" der. Sevildiğinizi bilirsiniz de hiçbir zaman o sizi, sizin onu sevdiğiniz kadar sevemez. Sizin aklınıza gelen incelikler onun aklına gelmez. Sevmek mi sevilmek mi derseniz?  İnsan sevildiğinden emin olamaz ama sevdiğinden emin olur. Emin olmak önemli sevmek çok kutsal kabul ediyorum. Kadın milletiyiz sevildiğimizi hissetmek isteriz. Bizi o sevgi ayakta tutar. Ona tutunuruz zor zamanlarda. Çabalasın isteriz. Çok şey istemeyiz. Bazen sıcak bir tebessüm, bazen en ihtiyaç duyduğun zaman yanında olması, bazen güzel içten bir söz.. Budur gönülün yardan istedigi. Seni seviyorum dedim..Sende anlamadın beni ..Söylemeye alışkın olmayan dilimle AŞK dedim sana..duymadın duymak istemedin. Yinede sevmek güzel seni uzaktan olsada..hiç bir şeyim yok şimdi. kendimi anlatacak harflerim, hepsi senin. seni düşünerek değil de seninle düşünmek güzel şey


seni düşünmek güzel şey
seni düşünmek ümitli şey
dünyanın en güzel sesinden
en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey

seni düşünmek güzel şey
seni düşünmek ümitli şey
fakat artık ümit yetmiyor bana
ben artık şarkı dinlemek değil
şarkı söylemek istiyorum


( Nazım HİKMET )

24 Eylül 2011 Cumartesi

Cingane degiliz, rumanız biz ruman!

 Dünyanın çeşitli yerlerinde vatansız topraksız bazende göçebe yaşadılar. Yeri geldi  horlandılar yeri geldi dışlandılar. Ama buna inat hep eğlenmekten, eğlendirmekten vazgeçmediler. Böyleydi işte romanlar. Kökenleri Hint-Avrupaya  dayananıp, Bölgelere göre Çingene, Elekçi ve Sepetçi diye adlandırıldılar. Çingene denilmesinden  pek hoşlanmadılar. Hatta bunu aşağılama olarak gördüler. Bizde laf arasında bazı durumlarda ''çingenelik yapma'' demezmiydik . Bugün kanallar arasında zaping yaparken. Trt belgesel kanalında romanlarla ilgili belgesel çok dikkatimi çekti. Belgesel izlemeyi severim ama insana dair belgeselleri daha çok severim. Çocuk her yerde çocuk.. Aynı masumluk aynı bakış. Hangimize ailemizi seçme hakkı tanıdılar ki. Kazanmadığımız, emek vermedigimiz birşeylerden övünç duyarken bazılarını neden dışlarız ki. Neydi dışlanan kendilerine özgü yaşam biçimlerimi, dünya görüşlerimi.

Çocukken korkutmadılar mı '' Bak yaramazlık yapma çingeneler kaçırır seni '' diye. Hatırlıyorum da ilkokula gidiyorum babamla birlikte romanların oturduğu mahalleden geçmiştikte, babamın eline yapışmıştım korkudan . Düşünüyorum da neden. Filmlerde bile nerde çocuk dilendiren kaçıran var hepside çingene mi olur be kardeşim çocuksun izliyorsun etkileniyorsun. Sonra lisede, sınıfımızda roman bir arkadaşımız vardı. Çok hareketli güleryüzlüydü bir buçuk sene geldide sonradan devam etmedi. Neden bıraktı  bilmiyorum ama kimin nereli olduğunu bilmezken,  hepimiz onun roman olduğunu biliyorduk. Gelelim belgeselimize, girmişler romanların mahallesine gözlemlemişler, sohbet etmişler çocuklarla. Hepsinin tek arzusu sadece okumak. Kızlar hemşire erkeklerin çoğuda polis olmak istiyor. Bu meslek seçimlerini tesadüfi olduğunu düşünmeyin. Hastalığın ve polislik olayların çok olduğu bu yerde en üst model meslek gruplarıda bunlar gözüküyor onların gözünde. Ama  çoğu maddiyatsızlıktan ya da anne babalarının çalışmasından dolayı okuyamıyordu.

Çünkü annesi babası kagıt toplama gittiginde kardeşine o bakıyor. Çocukken abla, biraz büyüdügünde ise çocuk yaşta anne oluyordu. Fakirligin olduğu yerde malesef çocuk sayısıda fazlalaşıyor. Tam tersi  durum olması gerekirken. Ucuda hep o günahsız çocuklara dokunuyor. Böylece yaşıtlarına göre hayata hep geriden başlıyorsun.  Aradan sıyrılanlar var mı ? var tabi. Onlarda okuyup bir yere gelince zaten kimligini saklıyor. Belki de Tavrımızdan ötürü saklamak zorunda kalıyor . Roman halkı, mesleki anlamda genellikle satıcılık , hurdacılık, kağıt toplama, çiçek satışı vb. gibi işlerle uğraşırlar az çok biliyoruz. Çogunluğu küçük yaşta müzikle ilgilenir en az bir çalgıyı bilir çalar. Dogal bir yetekleri vardır aslında. Nasıl zenciler spor dallarında başarılı ise romanlarda müzik konusunda o kadar başarılıdır. Herşeyin  olumsuz taraflarını görüp hatırlarız.  Bu sefer tersini yapalım. Müziklerini, koşullar kötü olsada gülmeyi eksik etmeyen, inadına hep göbek atmaya hazır olan , Gırgıriye filmlerinde ki renkli romanlar için, ''İllede roman olsun, ister çamurdan olsun. O da allah kuludur her kim olursa olsun.'' diyorum. Birde izlemeyenler için Emir kusturica' nın 1988'de çektigi hatta Cannes Film Festivalinde ödül aldığı çingeneler zamanı' nı filmini izlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum..